26 Nisan 2014 Cumartesi

23 Nisan'ımız...

By: Unknown On: 20:05
  • paylaş
  • Bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda Ege Bahar ilk gösterisini de sergilemiş oldu.

    Bolu Yöresi Yeşil Ördek Halk Oyunu esprili dansıyla çocuklarımızı ve bizleri pek keyiflendirdi.

    Önce çocuk sevip keyif alacak ki amaca ulaşılsın.
    Öğretmenimizin doğru seçimi bütün sınıfın sorunsuz bir şekilde, her şeyden önemlisi zorlamayla değil keyif alarak, eğlenerek gösterilerini sunmalarını sağladı.



    Benim için günün en anlamlı karesi...




    Beş yaşa günler kala bayram çocuğu Ege Bahar...



    Kankası, pek kıymetlisi Neva ile...




    Ege Bahar - Neva

    Okulumuzdaki tüm öğretmen ve çocuklarımız bugün için bir hayli emek verdiler...
    Her birinin sınıfı ayrı ayrı çok güzeldi. 

    Milli marşlarla, halk oyunlarımızla, şiirlerle, çocuk şarkılarıyla, modern dans gösterileriyle bir bir emeklerini sergilediler...





    Bizim sınıfımız; Kelebekler...
    






    4 Yaş Akran sınıfımız; Minik kalpler...



    5-6 yaş; Arılar sınıfı




    5-6 yaş; Yıldızlar sınıfı





    5-6 yaş; Civcivler sınıfı...


    Ege Bahar ve sınıf arkadaşları...










    Bu güzel günün sonunda çocuklarımıza öğretmenleri tarafından tek tek uçan balon dağıtıldı,








    sonra mı?
    Hep beraber şarkılar söyleyerek, dans ederek balonlarını gökyüzüne gönderdiler, görüntü harikaydı...








    Bizim uyanık da bu sırada hopladı, zıpladı ama balonuna kıyamadı:)




    23 Nisan 2014
    Anne-kız hatırası...


    Bu da anneanne-torun hatırası:)



    Mesaide olan babasının katılamayışı hem Ege Bahar'ı hem bizi biraz üzse de, ilk gösterisinde ben eşimin yerine de bol bol sarıldım, öptüm, kokladım kızımı...

    Atamızın yavrularımıza armağan ettiği,
    egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunun öneminin vurgulandığı bu anlamlı günde geleceğimiz çocuklarımızın güzel günler görmesini diledim hep...

    Pırıl pırıl onlar,
    tertemiz yürekleri var;
    su gibi hayat veren, gökyüzü gibi uçsuz bucaksız...



    http://kumburnu.blogspot.com/2014/04/23-nisanmz.html

    Ütopik Müzik Cennetim : My Mad Fat Diary (2013)

    By: Unknown On: 20:01
  • paylaş
  • Merhaba izleyici!

    İngiliz dizlerini seviyoruuuuuuuuuuuuuuum diye haykırmak istiyorum her yeni keşfin ardından.
    E4'ün bana kıyağı olan iki müthiş diziden sonra (Skins ve Misfits) izlediğim My Mad Fat Diary, 2013'de ilk sezonu yayınlanan ve yayınlandığı andan itibaren beni kendisine delicesine aşık eden bir E4 dizisi.

    Zaten E4 denilince bende akan sular durur. İngiliz aksanını sevdiğimin kanalı her çıkardığı diziyle beni kalbimden vurduğu için My Mad Fat Diary'ye ilk başladığımda sağlam bir dizi çıkacağından hiç şüphem yoktu. İlk sezon 6 bölümdü, geçen mart ayında biten 2. sezonu ise 7 bölüm.  Ama aralarında koooskoca 1 yıl vardı, 1- yıl!

    Tamam Game Of Thrones gibi dizilerde de 1 yıl bekliyoruz ama bir diziyi bu kadar sevince beklemek çok zor oluyor. Hele ki beklediğimiz tadımlık 6-7 bölüm ise!

    My Mad Fat Diary, adından da anlaşılacağı üzere yaşadığı sosyal ve ailesel problemlerden dolayı delilik sınırına gelen ve kilolu bir kız olan Rachel'ın hikayesini anlatıyor.
    Farklı, sorunlu, problemli ve dışlanmışın anlatıldığı, farklı şeyler söyleyebilen tüm diziler gibi bu dizi de Ponti'nin ilgisini çekiyor fakat aşık olma sebebi nedir dersiniz?
    Tabii ki dizinin 90'larda geçmesi! (burada sevinçten ağlıyorum)

    My Mad Fat Diary  bu iki ölümcül unsuru bir araya getirdiği için Ponti tarafından değil 1 yıl, 2 -3 yıl arayla bile yayınlansa beklenecek kadar kutsal bir hal alıyor.
    Hadi My Mad Fat Diary'yi ve kalite kokan müzik zevkini biraz daha tanıyalım :)


    Bu dizinin öyle bir müzik zevki var ki her bölüm, her an aklımı başımdan alıyor!
    Kah en sevdiğim parçaları çalarak yerimden zıplatıyor, kah "bu nasıl güzel parçadır, nasıl duymuş olmam, bu da mı 90'lar? nasıl yani nasıl?" soruları içinde listeme yeni bir şarkı eklemenin tarifsiz mutluluğunu yaşatıyor.
    Müzik konusuna sonra döneceğiz önce karakterlerden biraz bahsedeyim istiyorum.
    Anlaşıldı uzun post yapacak gene (-_-')



    Rachel Earl / Rae ( Sharon Rooney )

    Esas kız.

    Kendine zarar verdiği için tıkıldığı klinikten çıktıktan sonra başlıyoruz hikayesini duymaya.
    Rachel çok iyi bir müzik zevkine sahip, esprili, zeki bir kız.
    Bu yüzden de tanıma zahmetinde bulunanlar çok seviyor.
    Fakat normal bir yaşam sürmek, arkadaş edinmek, sosyal biri olmak onun için hiç kolay değil çünkü sorunları toplum içinde yemek yiyememe seviyesine gelmiş durumda.
    Klinikten sonra terapi görmeye devam ediyor.
    Kester adında dünya tatlısı bir terapisti var.
    Kendisine Rachel yerine Rae denmesini seviyor.

    Dizide kilolu biri olmanın manevi ve fiziki tüm halleri olanca çıplaklığıyla anlatıldığı için bu noktada oyuncu Sharon Rooney'in özgüvenini takdir etmemek mümkün değil.

                                                     
                                     

    Finn ( Nico Mirallegro )

    Esas oğlan.
    Sessiz, sakin, dizinin en cool adamı.
    Rae ile aynı zevklere sahip oldukları ve çok iyi anlaştıkları için aşık oluyorlar.

    Elinden gelen desteği vermesine rağmen Rae'in özgüven problemi ona çok sorun çıkartıyor.
    Çevresindeki bütün güzel kızların Finn'in peşinde olması Rae'in özgüven problemini daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.








                                                       


    Archie ( Dan Cohen )


    Tipe bakın  (^_^)

    Archie hakkında spoiler olmasın diye pek konuşmayacağım.
    Grubun en sevimlisi, tam bir "şirinlikten ölecek" vakası.
    En yakın arkadaşı Finn olsa bile Rae ile aralarında çok özel bir bağ var. Kimseyle çözemediği sorunlarını Rae ile birlikte çözüyor.





    Chloe ( Jodie Comer )

    Rae'in en yakın arkadaşı.
    Çocukluktan beri birlikteler.
    İlk bakışta, hatta ilk tanışmada, konuşmada tam bir erkek avcısı, sıradan bir kız diyebilirsiniz ama bunun altında yatan çok iyi ve biraz da kırık bir kalp var.

    Rae'in her zor anında yanında ve en büyük destekçisi. Çoğu zorluğun altından birlikte kalkmayı başarıyorlar.

    Aralarındaki farklılıklar dahi dostluklarına engel olamıyor, aralarında ne geçerse geçsin son tercihleri yine birbirlerinden yana oluyor.




    Izzy ve Chop
    Grubun çılgınları.
    Her ne kadar dizide diğer karakterler kadar hayatlarına dahil olmasak da onlarsız grubu asla düşünemiyorum.









                      ...................................................................................................................


    Ana karakterler bu kadar.

    My Mad Fat Diary "My Mad, Fat Teenage Diary" isimli romandan uyarlama bir dizi.
    Kitapta olanlar tamamen Rae Earl'ün günlüğünden alıntı. Yani anlatılanlar ve yaşananlar gerçek.
    Kitaptan diziye aktarılırken sonradan eklenen, gerçek olmayan tek bir şey var. O da : Finn karakteri.


    Finn, okulun tüm kızlarının peşinden koştuğu çok yakışıklı, cool bir çocuk. Fakat gerçek hayatta karşılaşmanın imkansıza yakın olacağı şekilde Rae'den başkasını gözü görmüyor.
    Başlıkta ütopik dememin nedeni de bu zaten.
    Bu noktada bu konuda yazdığım bir yazıyı hatırlatarak asla " güzel güzelle, çirkin çirkinle olmalı" kafasında sıradan biri olmadığımı, hatta hayatı boyunca buna karşı olup savaş açmış biri olduğumu hatırlatmakla birlikte bir kaç şey söylemek istiyorum.

    Bu diziyi genelde Rae gibi zaten psikolojik sorunları varken bir de görünüşünden dolayı türlü sıkıntılarla uğraşmak zorunda kalan gençler izliyor. Tam da hayatın dinamiğini çözdükleri, bu boktan düzeni anlamaya başladıkları bir dönemde Finn karakteri üzerinden uçuk hayaller kurmaları hem yararlı, hem değil.

    Yararlı çünkü kendilerini daha normal hissedip "benim de arkadaşlarım, sevgilim olabilir. Ben de güzel biriyim, normal biriyim" hissiyatıyla hayata bağlanabilir, kendilerini sevebilir, hatta içinde bulundukları karanlıktan kurtulabilirler. Bu kısım harika.

    İşin yararlı olmayan tarafı ise Finn karakterinin bu dünyanın gerçekleriyle pek örtüşmemesi.
    Gerçekte dünya bu dizide anlatılan kadar farklılıkların sıfırlandığı, insanların sadece birbirinin kalbini gördüğü kusursuz bir dünya değil. Finn karakteri gerçek hayatta muhtemelen peşinde koşan türlü zevklerin tadına bakmakla meşgul olurdu.
    Bu dünya insanların birbirini çoğunlukla sadece dış görünüşüyle değerlendirdiği bir bok çuvalı çünkü. Finn'in dizideki gibi bir karakter çıkması çok nadir rastlanılacak bir olay maalesef.

    Bu yüzden Rae'in durumundaki bir kızın bu diziyi izleyerek kurduğu tek hayal " bir gün Finn gibi yakışıklı biri bana aşık olacak" olursa büyük ihtimalle köklü bir yıkım yaşayacaktır. Hem de onu eski karanlığından daha dipsiz bir kuyuya itecek olan bir yıkım.
    Bu yüzden dizinin Finn gibi bir "kusursuz erkek" karaterini bu role koyma sebeplerinin sorunlu gençlere pembe hayaller kurdurarak ilgi çekmek olduğunu düşünüyorum.
    Bu hoş ama tehlikeli bir sınır.
    Bana göre dizinin tek fire verdiği kısım bu.


    Mesela hikaye şöyle gelişseydi :

    Rae Finn'e aşık olsaydı fakat Finn piçin teki olsaydı, Rae acı çekseydi ve sonradan ona sırf yakışıklı olduğu için aşık olduğunu anlayıp bunun ne kadar saçma olduğunu fark etseydi, bu şekilde de kendi kişiliğinin önemini anlayıp kendini sevmeye başlasaydı, sorunlarını çözseydi bence çok daha güzel bir yol izlenmiş olurdu.
    Ha o zaman da dizi fazla gerçekliğe kayar, farklıyı anlatmaktan uzaklaşır, büyüsü bozulurdu o ayrı.
    Bu konuda ikilemdeyim yani.
    Kalbimin parçalamakla kalmayıp üstünde tepinen Skins'i izledikten sonra o seviye bir gerçekliği isteyeceğimi sanmıyorum. Ah Skins ♥






    Tüm bu anlattıklarıma rağmen dizide gerçekçi olmayan tek şey Finn. Kalan her şey fazlasıyla gerçekçi.
    Ergenlikte yaşanan sorunlar, kendini kabul ettirme isteği, kişiliğini keşfetme evreleri, ailesel problemler ve arkadaş sorunları tam bir E4 dizisine yakışacak şekilde ustalıkla işlenmiş.
    Hatta Finn konusunda bile toplumun onları garipsemesini anlatarak gerçekçi bir yan katıyorlar.

    My Mad Fat Diary'nin en sevdiğim özelliklerinden biri kendine has anlatım tarzı. Rae'in mutlu, mutsuz, hüzünlü, neşeli tüm anlarını sahnelerin üzerine monte ettikleri çizimlerle anlatmaları müthiş!
    En vurucu anları daha etkili, en komik anları ise uzun süren kahkahalara çeviriyor.
    Bir bakıyorsunuz ki Rae'in dünyasının tam ortasındasınız.



    Gördüğünüz üzere dizi bolca küfür içeriyor. Küfrün o tapılası aksanlarına bu kadar yakışması ise benim suçum değil, istemesem de seviyorum :)


    Eveeet nihayet müzik! (^_^)

    Rae başta da söylediğim gibi müzik zevki çok gelişmiş bir kız. Popüler pop müzikten nefret ettiği için dizide çoğunlukla 90'ların popüler rock gruplarının enfes parçalarını dinliyoruz.
    Arada 80'lerden de çalarak beni daha da kudurtuyor zevkten.

    90'lar dediysek öyle 'N Sync'ler, Blue'lar, Britney Spears'lar beklemeyin. Yeri gelince onlar da çalınıyor ama genelde giydiriyorlar ucuz müziğe. (ucuz mu? aşkolsun.)
    Backstreet Boys'u otobüsle ezmek istediğini söylediği bölümden sonra "ama deme öyle :(" diye trip atmıştım kendi kendime.

    Tabi ben hepsini sevdiğim için "ne çalsanız kabulüm^^ " modunda geziyorum bölüm boyunca.
    Keşfettiğim güzelliklerin ucu bucağı yok. Meğer 90'larım ne kadar sınırlı sayıda parçada gidip gelerek heba olmuş haberim yok.
     

    Dizi 2. sezonda 2 bölümde art arda Send Me On My WayGangsta's Paradise (tesadüfün güzelliği)  veEnjoy The Silence çalınca ben böyle birden bi ışık... 
    :D
    Aklımı kaybediyordum yahu ağır geldi bu kadar isabetli vuruş. Halimi görseniz gençlik dizisi değil de maç izliyorum sanki "hayıır, olamaz, yapmayın bunuu, inanamıyorum!" nidaları eşliğinde.

    Bildiklerimin yanında son günlerde bana hediye ettiği en güzel parçası ise şu : Tıkla
    Günlerdir kaç defa dinlediğimi hatırlamıyorum. 

    "i'm a loser baby, so why don't you kill me?"
    diziye daha uygun bir parça düşünemezdim :)

    Bunca abidik gubidiklik arasında hala o zamanların güzelliğini anlatan ve yaşatan bir yapım bulmak nasıl mutlu ediyor beni bir bilsen izleyici. 
    Yeni sezon hakkında hiç konuşmadım tanıtım yazısı olduğu için.
    Ama sadece şunu söyleyebilirim ki en az 1. sezon kadar tadı damağımda kalarak bitti, hiç hayal kırıklığına uğramadım. 3. sezon 2015'de gelecekmiş. Bari bir 10 bölüm olsa diye hayal kurmakla yetiniyorum (-_-)


    Size aslında kendi zevkime göre elediğim listeleri verecektim ama müzik konusunda altyapısı bu kadar sağlam bir diziye haksızlık olmaması için tam listeleri vermeye karar verdim.
    1. sezonda 104, 2. sezonda 131 şarkı var.

    Listeler Spotify'dan Yani son zamanların en popüler müzik paylaşım sitesinden. 
    Dinlemek için üye olmanız gerekiyor. Hem sunduğu hizmetler hem de her yerde karşınıza çıkacak olması sebebiyle bence mutlaka üye olun.
    Tabi dizi ilginizi çektiyse bunları hiç dinlemeden parçaları dizinin atmosferinde tatmanızı öneririm.


    1. SEZON




                                                     2. SEZON




    Şu an büyük bir iştahla listelere bakan müzik oburları sizi ayrı bir seviyorum söylemeden edemeyeceğim :')

    Aşağıdaki görsel dizinin en sevdiğim görseli.


    Son olarak bu diziye ilk aşık olduğumda çalan parçayı buraya bırakarak gideceğim.
    3 yıllık bloggerlık hayatımda belki bin defa dile getirdiğim, hayatımın fon müziği dediğim, ömrümde daha fazla hiçbir parçayı sevemeyeceğim o büyülü şarkı.
    Tabi ki The Smiths'ten There is a light that never goes out.

    Dizide ilk çalındığında sevinçten ağladığımı filan hatırlıyorum.
     (Evet çocuğum ben ne var?)

    Sevgiler Ponti'den!
    :')




    http://pontinintakilari.blogspot.com/2014/04/utopik-muzik-cennetim-my-mad-fat-diary.html

    Haftasonu Kahvaltısında Misafiriniz Varsa Hazırlıklara Bir Gece Önceden Başlayın

    By: Unknown On: 19:55
  • paylaş
  • Haftasonu Kahvaltısında Misafiriniz Varsa Hazırlıklara Bir Gece Önceden Başlayın



    Bugün haftanın en güzel günü bence, Cuma:) Bir çoğumuz haftasonları ya birilerine misafir oluyoruz ya da birilerini ağırlıyoruz evimizde. Geçen haftasonu eşimin kuzeni kahvaltıda misafirimizdi. Kahvaltının en sevdiğim öğün olduğunu bilmeyen kalmadığı için tekrar vurgulamanın alemi yok diye düşünüyorum. Özellikle cumartesi günü kahvaltıda misafiri olan çalışan bayanların işi, ev hanımlarına göre biraz daha zordur. Ziraa haftaiçi zaten sürekli erken kalktığı için ve kahvaltıda misafiri olunca belki haftaiçinden bile önce kalkması gerektiği için, uyku stresi başlar insanda. Bu nedenle benim kendimce uyguladığım ve belki de sizlerin de işine yarıyabilecek bir kaç ipucundan bahsetmek istiyorum.



    Ben genelde haftaiçi akşam yemeğine gelen ya da cumartesi kahvaltıya gelen misafirler için hazırlıklara mutlaka bir gün önceden başlıyorum. Cuma günü eve gidince ilk önce çikolatalı limonlu kek çırptım ve fırına koydum. İki farklı kalıba paylaştırdım keklerimi, böylece daha zengin bir görseli oldu. Kahvaltıda kek ne alaka diyebilirsiniz ancak, kahvaltıdan sonra çay faslına devam ediliyor genelde, böylece çayları boşvermekten veya yanına ne yapsam demekten kurtulmuş olursunuz, hem de masanız daha güzel görünür.


    Kekleri fırına attıktan sonra onlar pişene kadar masamı hazırlamaya başladım. Kullanıcağım masa örtüsünü ve servisleri belirledikten sonra örtümü yaydım ve tabak ve bardakları ters kapatmak suretiyle ( böylece tozlanmasını önlemiş oluyorsunuz) yiyecekler dışında masamın hazır olmasını sağlamış oldum. Masamı hazırladıktan sonra kuruyemiş standımı da hazırladım ve masama yerleştirdim. Öyle ki, nihalemi bile geceden yerleştirdim ki olabildiğince sabaha az işim kalsın. Masayla işim bitince keklerim pişmiş olduğundan fırından çıkartıp soğumaya bıraktım. Keklerim soğurken ertesi sabah kızartacağım hellim peynirlerini kestim ve bir kaç dakika suda beklettiksen sonra hava almayan bir kaba koydum. Böylece sabah işlerimden birini daha hallettim. Peyniri kesmek suda bekletmek falan fazla işler değil bunlar ancak ertesi sabah inanın bu yaptığım ön hazırlıkların hepsi için şükrettim:)


    Hellim peynirlerimle işim bitince sabah kullanıcağım diğer peynirleride aynı şekilde kesip başka bir hava almayan kaba koyarak kurumadan sabaha kadar dayanmalarını sağladım. Sabah da doğruca sunum tahtama yerleştirdim. Peynirlerden sonra sosislerimi de isteğim şekilde kestim ve poşetledim. Yani sabah sadece domates salatalık doğradım diyebilirim:)


    Sabah için katmer gibi yağlı bir hamurdan dürümler pişirmeyi planladığımdan, sabah hamurla uğraşmak istemediğim için akşamdan hamuru yoğurdum, hamurumu ikiye bölüp iki parçayı da yağlayıp rulo yapıp bezeler kestim. Bezeleri de bir güzel unladığım poşetlerde buzluğa attım:) Sabah da biraz erken çıkartıp erimesini sağladım. Sabah hamur pişirmekle uğraştığım için diğer ön hazırlıklarım işimi çok kolaylaştırdı. Bu arada soğuyan keklerimi kalıplarından çıkardım ve uzun olan parçayı kesip hava almayan bir kaba koydum. Sabah da doğruca servis standına dizdim.


    Kahvaltıda benim yapmadığım ama en çok tutulan şey su böreği oldu. Eşimin teyzesi ve annesi çok güzel suböreği yapıyor. Gelinleri olarak ben de biraz onlara çeksem hiç fena olmaz:)


    Kahvaltıda bardak altlığı olarak daha önce yaptığım kalın keçeden kedili bardak altlıklarını kullandım. Sabah toplamda en fazla 1 saat uğraşarak telaşsız bir şekilde misafirimizi ağırladık. Bu arada yaptığım bu bardak altlıkları çok sevilince yapıp satmaya karar verdim. İki adet kedili bardak altlığının fiyatı 10 TL, bilginize:)
    Şimdiden herkese mutlu haftasonları..




    Beyaz ve Işık

    By: Unknown On: 19:50
  • paylaş




  • Bir kaç gündür İzmire yaz geldi desem abartmış olmam. Biz şehir olarak baharı atladık, yaz hazırlıklarına başladık :) Evdeki koyu renkli, kalın, tüylü ne varsa kaldırdım bende.

    Hazır yaz modundayken beyaz dekore edilmiş evlerle içimiz ferahlasın...











     images # 1.laura ashley 2.. thewhitelighthousefurniture 3...4 house to home 5....birchlane #




    http://pembeyastik.blogspot.com/2014/04/beyaz-ve-isk.html